Covid-19 yalnızca alışkanlıklarımızı ve rutinimizi değiştirmekle kalmadı, günlük telaşlarımız arasında çoğunlukla görmezden gelmeyi yeğlediğimiz küresel tehditlere karşı tedbir almadığımız takdirde hayatlarımızın nasıl altüst olabileceğini de gözler önüne serdi. Hal böyle olunca, yaşanan küresel şok hepimizi dünyayı nasıl bir geleceğin beklediği üzerinde daha fazla düşünmeye itti ve birçok uluslararası kuruluş odağını küresel tehditlere çevirerek alınabilecek tedbirler üzerinde çalışmalar yürütmeye başladı.
Uluslararası Kızılhaç Örgütü, “Strateji 2030” kapsamında yürüttüğü araştırmalar sonucunda acilen tedbir alınması gereken küresel tehditleri “iklim değişikliği”, “global kriz ve felaketler”, “göç ve kimlik”, “sağlık” ve “değerler, güç ve kapsayıcılık” olarak beş grupta listeliyor. Benzer şekilde, Birleşmiş Milletler Politik ve Stratejik Girişimler Başkan Yardımcısı Kaysie Brown “2020’de Dikkat Edilmesi Gereken Beş Küresel Konu” başlıklı yazısında ilkim değişikliğine, sürdürülebilirliğin sağlanmasına, eşitsizlik ve dışlanma artışına, çatışmalara ve küresel birliğe dikkat çekiyor. Dünya Ekonomik Forumu ise gıda güvenliği, iklim değişikliği, kapsayıcı büyüme, finansal krizler, internet kullanımı, eşitsizlik, uluslararası ticaret, uzun vadeli yatırımlar ve sağlık konularına dikkat edilmesi gerektiğinin altını çiziyor. Bahsi geçen tüm tehditleri en etkileyici şekilde derleyen çalışma ise geçtiğimiz mayıs ayında PwC tarafından yayınlanan “Beş Acil Küresel Sorun ve Çıkarımlar” başlıklı rapor. Bu rapor, dünyanın geleceğini belirleyecek küresel sorunları tanımlayabilmek için günümüz megatrendlerine ve onların yarattığı ikincil etkilere odaklanmanın gerekliliğini vurgulayarak başlıyor. Ardından, ADAPT adını verdikleri çerçeve kapsamında dünyanın geleceğini tayin edecek, toplum, iş dünyası ve bireylerin karşı karşıya olduğu sorunları asimetri, bozulma, yaşlılık, polarizasyon ve güven olmak üzere beş ana başlıkta topluyor ve her başlığa ilişkin çıkarımlarını sunuyor.
- Asimetri: Gelir ve Fırsat Eşitsizliği
Küresel gelir eşitsizliği yıllar içerisinde dünyanın her yerinde atış gösterdi. Öyle ki, Credit Suisse’in Global Wealth Databook verilerine göre küresel servetin yarısı popülasyonun yalnızca yüzde 1’lik kesiminin elinde bulunuyor. Eşitsizlik dünyanın her yerinde artmış olsa da artış hızının bölgeler arasında farklılık gösterdiğini söylemek mümkün. World Inequality Lab tarafından 2018 yılında yayımlanan Dünya Eşitsizlik Raporu’na göre ülkenin en çok kazanan yüzde 10’luk kesiminin toplam ulusal gelirden tek başına aldığı pay Avrupa’da yüzde 37, Çin’de yüzde 41, Rusya’da yüzde 46, Kanada ve ABD’de yüzde 47; Sahraaltı Afrika, Brezilya ve Hindistan’da yüzde 55, Ortadoğu’da ise yüzde 61’i civarında. Buna ek olarak, teknolojinin bireysel işgücünün yerini almaya başlamasıyla mevcut işler azalırken yeni iş kollarını ortaya çıkarabilecek inovatif alanlara yapılan yatırımın oldukça düşük seviyelerde kalması hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerdeki orta sınıfın gittikçe daralmasına sebep oluyor. Araştırmalar artan gelir eşitsizliğinin, düşük tüketimden sosyal ve politik huzursuzluğa kadar birçok soruna sebebiyet verebileceğini ve gelecekteki küresel ekonomik refaha zarar vereceğini öne sürüyor.
Beklentiler
Küresel gelir eşitsizliği önlenemediği takdirde fırsat eşitsizliği artacak, coğrafi bölgeler arasındaki fırsat eşitsizliği daha da yükselme tehdidiyle karşı karşıya kalacak, sermaye piyasalarının önemi azalacak ve orta sınıfın daralmasıyla tüketim lüks ve alt sınıf olmak üzere iki gruba indirgenecek.
- Bozulma: İnsanın Teknoloji ve Doğa ile İlişkisi
Yapay zeka, nesnelerin interneti, otomasyon ve blokzincir gibi önemli teknolojik gelişmelerin günlük hayatımızda yerini alması öngörülenden çok daha hızlı gerçekleşti. Hızla gelişen ve çeşitlenen teknolojik atılımlar yalnızca yeni iş modellerini ortaya çıkarmakla kalmadı, endüstriler arası uygulanabilirlikleriyle geleneksel sınırların da bulanıklaşmasına sebep oldu. Piyasa dinamiklerinin ve iş modellerinin teknolojiye paralel bir adaptatif yapı geliştirmesi sonucunda sermayenin işgücünün yerini alması ve işsizlik oranlarında önemli bir artış yaşanması beklentiler arasında. Dahası, geleceği şekillendirecek yapısal değişiklik ve bozulma yalnızca insan ve teknoloji ilişkisinde gözlemlenmiyor. İnsan ve doğa ilişkisindeki değişimin ortaya çıkardığı sonuçlar su ve gıda güvenliği için ciddi sorunlar teşkil ediyor. Bu noktada, 2050 yılında dünya nüfusunun 9 milyara ulaşmasının, buna paralel olarak da gıda talebinin bugün olduğundan yüzde 60 daha fazla olmasının beklendiğini hatırlatmakta fayda var. Küresel ısınma ve iklim değişikliğine paralel olarak kurumların ve hükümetlerin gerekli tedbirleri alması en az teknolojik gelişmelere uyum sağlamak kadar önem teşkil ediyor.
Beklentiler
Dijital dönüşüm ve değişime ayak uydurma hızı şirketlerin hayatta kalmasında kritik rol oynayacak. İşletmelerin yerelleşme eğilimi artarken, işletmeleri rakiplerinden farklılaştıran unsur teknoloji sermayeleri olacak. Ayrıca, yükselen deniz seviyesi ve iklimsel değişiklikler sonucunda kaybedilecek tarım arazileri gıda tedarikinin ve gıda tedarik zincirlerinde güvenliğin önemini arttıracak. Yenilenebilir enerjiye geçiş planlanandan daha uzun sürecek ve beklendiğinden daha büyük yatırım gerektirecek. Sağlık sistemleri artan küresel pandemi riskiyle sürekli mücadele halinde olacak.
- Yaş: Küresel Nüfusun Artan Yaş Ortalaması
Birleşmiş Milletler tarafından 2019 yılında yayımlanan Dünya Nüfus Beklentileri raporu çarpıcı öngörüler barındırıyor. 1950’de yüzde 13 olan çocuk nüfusunun 2050’de yüzde 7’ye düşmesi, yüzde 5 olan yaşlı nüfusun ise yüzde 16’ya yükselmesi bekleniyor. Diğer deyişle, küresel nüfusun ortalama yaşı gittikçe artıyor. Bu da genç nüfusa sahip ekonomilerle nispeten daha yüksek yaş ortalamasına sahip ülkelerin farklı sorunlarla karşı karşıya kalacağının habercisi. Genç nüfusa sahip ülkeler genç nüfusun işsizlik oranındaki artışla mücadele ederken yaşlı nüfusa sahip ülkelerde yaşlı işçiler daha uzun süre çalışmak durumunda kalacak, hükümetlerin işgücünü göçmen ve kadın işgücüyle desteklemesi gerekecek. Kısacası, nüfusun yaşlanması emek, emlak ve finans piyasalarını ciddi şekilde etkilerken mal, hizmet, ulaşım ve sosyal güvenlik taleplerinde de bugüne oranla ciddi bir değişim yaratacak.
Beklentiler
Artan yaş ortalamasıyla ihtiyaçlar ve tüketim alışkanlıkları değişecek. Genç nüfuslu ülkelerde işsizliğin önüne geçmek için yeni iş kollarının yaratılması gerekecek. Yaşlı nüfuslu ülkelerde emeklilik yaşı artacak ve küresel olarak vergi tabanının aşınmasıyla refah programlarını yönetebilmek hükümetler üzerinde artan bir baskı oluşturacak.
- Kutuplaşma: Küresel Fikir Birliğinin Çöküşü
Ekonomik büyümenin sosyal ilerlemeden bağımsız hale gelmesiyle birlikte küreselleşme, otomasyon ve ekonomik değişimler popülizmin artmasına neden oldu. Buna paralel olarak, dünya genelinde ülkelerin kendi çıkarlarına öncelik verdiği yeni bir milliyetçilik anlayışı yükselişe geçmeye başladı. Bunun bir tezahürü olarak da ülkeler şirketlere bir nebze rahat nefes aldırabilmek adına kurumlar vergisinde indirim rekabetine girdi ve ikili ticaret anlaşmalarında korumacı tarifeler empoze edilmeye başlandı. Ülkelerde yerel kaygıların küresel kaygıların önüne geçmesiyle uluslararası ticari ve bürokratik ilişkilerde gerilim artmaya başladı. Öyle ki, Birleşmiş Milletler web sitesinde yayınlanan “2020’de Dikkat Edilmesi Gereken Beş Küresel Konu” başlıklı yazıda belirtilen beş maddeden biri dünyayı sürdürülebilir, eşitlikçi ve adil kılabilecek fırsatları bir araya gelerek değerlendirmenin ve birlikte aksiyon almanın önemine işaret ediyor.
Beklentiler
Uluslararası kuruluşların fikir birliğine varması daha güç hale gelecek, toplumun yerel kaygıları global kaygılardan daha öncelikli bir hal alacak, ülkeler sermaye ve yetenek için rekabet edecek, uluslararası çatışma ve güvensizlikte artış yaşanacak.
- Güven: Kurumlara Duyulan Güvenin Azalması
Kurumlara duyulan güvenin küresel çapta sarsılmaya başlaması uzun yıllar önce temsil ettikleri toplumlardan giderek uzaklaşmasıyla başlamış ve finansal krizlerle ivme kazanmıştı. Hayatımıza hızlı giriş yapan teknolojik gelişmelerin kurumlarda şeffaflığı arttırarak bu güven erozyonunun önüne geçeceği beklenilse de yaşanan olumsuz deneyimler ortaya beklenenin aksine bir tablo çıkardı. Veri güvenliği ihlalleri, sosyal medya manipülasyonları ve sahte haberler kurumların daha çok sorgulanmasına sebep olarak güvensizlik ortamını pekiştirmiş oldu. Öyle ki, 2020 Edelmen Güven Barometresi’ne göre dünya popülasyonunun yüzde 66’sı kendini güvende hissetmiyor.
Beklentiler
Bireylerin kişisel ve dijital güvenliğe ilişkin endişeleri teknolojinin ilerlemesiyle artacak, artan şüphecilikse değişim yaratmayı zorlaştıracak. Sosyal medya manipülasyonlarının kolaylaşması ve hakikate şüpheyle yaklaşılır olması yanlış bilgilendirme fırsatının artmasına sebep olacak. Hükümetlerin verileri güvende tutabilmesi için daha sıkı düzenlemeler getirmesi gerekecek.
Birçok uluslararası kuruluş tarafından altı çizilen, PwC tarafından da ADAPT adlı çerçevede derlenen bu başlıklar hem dünyanın geleceğini tayin edecek küresel sorunlara ışık tutuyor hem de alınması gereken tedbirler hakkında oldukça önemli ipuçları sunuyor. Fırsat ve gelir eşitsizliğinin önüne geçilebilmesine yönelik çalışmaların yoğunlaştırılması, insanın teknoloji ve doğayla olan ilişkisini gözden geçirmesi, alınan kararlarda ve gelecek projeksiyonlarında değişen demografik yapının göz önünde bulundurulması, küresel sorunların çözümünde fikir birliğinin öneminin kavranması ve kurumlara duyulan güvenin artırılmasına yönelik çalışma ve tedbirlerin artırılması geleceğin güzel günler getirebilmesi için atılması gereken mühim adımlar olarak görünüyor.
Kaynak: *Harvard Business Review tarafından yayınlanan 24 Kasım 2020 tarihli, Birce Dobrucalı’nın yazısıdır.https://hbrturkiye.com/blog/gelecegi-sekillendirecek-bes-kuresel-sorun